bugün

entry'ler (2059)

necronomicon

Okkamın usturasına çok güzel örnek teşkil eden... Ne der Okkamın usturası? Aynı konudaki iki önermeden daha basit olanı ve daha az bilinmeyen içereninin doğru olma olasılığı daha yüksektir.

Bu kitabın kendi eserlerine derinlik katmak adına kendisi tarafından uydurulduğunu defaatle belirtmiştir lovecraft mektuplarında. Ama gel gör ki birileri çıkar inatla "tabi ki de yalan söyleyecek, adam kesin tarikat falan bağlantılıydı, gerçeği saklıyor" Der. Halbuki böyle bir yorumda bulunmasını gerektiren hiç bir sebep de yoktur.

British museum sürekli gelen maillere ısrarla bu cevabı vermiş, öyle bir kitap yok kardeşim bizde de yok o yüzden demişler ama karşılarındaki şahıslar inatla "var ve siz bizden gizliyorsunuz" diye diretmişler.

Hele müslümanların böyle bir şeyi yutması hepten tuhaf. La Olm abdül el hazret diye isim mi olur lan? Basbayağı Arapça bilmeyen ama bir kaç Arapça kelime bilen birinin uydurması işte. Zaten lovecraft bunu da söylemiş.

Elde iki teori var.

1- lovecraftın mektuplarında bahsettiği üzere yazdıklarına derinlik katmak için uydurduğu bir kitaptır bu. O yüzden zaten orijinali ortada yoktur anca saçma ve uyduruk yazıların bulunduğu kitaplar vardır 5-10 liraya ya da netten bedavaya bulabileceğiniz.

2- Böyle bir kitap gerçekten vardır ve orijinalini görüp de aktarabilen çok az kimse vardır. Lovecraft mektuplarında yalan söylemiştir ve bunu düşünmemizi gerektiren hiç bir sebep olmamasına karşın lovecraft çok büyük bir tarikatın mensubudur. O kadar büyük bir tarikattır ki bu british museuma yalan söyletmektedir.

Kendi doğrunuzu kendiniz seçin.

ulusözlük entelektüel müslümanlar topluluğu

içinde bol bol kibir barındıran bir üslupla ve ilk entriyle kurulmuş topluluk. pardon ya, şeytan neden kovulmuştu Allah'ın katından?

ayrıca bu arkadaşları entelektüel tartışmalarda görmek isteriz grup kurmalarındansa. zaten islam denilince milletin aklına ne olursa olsun birbirinin arkasını kollayan, çeteleşmiş cemaatler, tarikatlar, örgütlerden başka bir şey gelmez olmuş...

niyet iyiyse bile izlenilen yolu doğru bulmuyorum. ama islam aleminin içine düştüğü bu fikir fukarası vaziyeti değiştirmeye gerçekten niyetli arkadaşlarım varsa onlara da tavsiyem sadece "yolundan gittikleri, kimliklerine tanım ettikleri çizgiyi bozmayanlar" değil her türden yazarı, fikiri, düşünceyi tartışmaları ve çözümler sunmalarıdır. şeytana verecek cevabın yoksa, Allah'a nasıl ulaşabilirsin?

edit: ekleme ihtiyacı hissettim; kibirli üsluptan kastettiğim şey "ben zekiyim, çok müthişim" şeklindeki bir kibir değil. kendini ve kıymeti kendinden menkul argümanlarını diğerlerinin üstünde tutma kibiriydi. yoksa kişileri yargılamak niyetinde değilim.

bu kibri de özel olarak belirtme sebebim yukarıda alıntı yaptığım kısımla ilgili. "yolumuzun büyükleri" tarzındaki sözler bana ister istemez itici geliyor. kendini başka fikirlere kapamak anlamı çağrıştırıyor bende istemsiz olarak. eleştirilerim bunlardan ibaret. maksadını aşmışsa da özür dilerim elbette.

zlatan ibrahimovic in galatasaray a transferi

öyle forma satışlarıyla falan maliyeti karşılanamayacak olan transfer. bu iddia da nereden çıktı ortaya, kim salladı, amaç ne bilmiyorum ama bir şeyler dönüyor gibi hissediyorum. aklıma iki tane komplo teorisi geliyor; birincisi taraftarı galeyana getirip ibra olmazsa hayal kırıklığı yaratmak, ikincisi de yönetim üzerinde baskı oluşturarak büyük bir transfer projesi içerisine sokmak. malum fener büyük transferler yaptı.

feneri yaptığı transferlerden dolayı kutlarım. ama ben eğer her sene takımımın şampiyonlar liginde çeyrek final oynayacağına, 40 bin üstü kombine satacağına, ortalama 50 bin taraftara oynayacağına emin değilsem, hiç bir oyuncunun sponsor olmadan yıllık 5 milyon euro garanti para almasını mantıklı bulamam. bu paralar türkiye şartlarında büyük risk. rvpnin takıma katkısı muhakkak büyük olacaktır ama fenerin şampiyonlar ligine katılabilmesi için rvpden çok daha fazlasına ihtiyacı var: çok güçlü bir takım ve kura şansı. birincisi hem maliyetli hem de uzun vadeli bir mesele. ikincisi ise şans zaten. yani şansa yatırım yapmak şu koşullarda bana hiç makul gelmiyor.

o kadar hesap yapılmış ya yok işte forma satışları fırlar, kombineler patlar falan diye; yapmayın bence. hazır yapılmışları var. drogba ve sneijderin geldiği sezon forma satış rakamlarımız 320 binden 405 bine çıkmış. http://www.milliyet.com.t...aray-1708783-skorerhaber/

geçen sene ibranın bulunduğu psg 430 bin forma satmış zaten. real madrid, manu, barcelona gibi tüm dünyada formaları satılan takımlar bile 1-1.5 milyon forma satıyorlar. yani ibra nereye çekebilir tek başına bu rakamları? diyelim ki forma başına 25 euro alalım, diyelim ki tek başına 100 bin forma sattırsın ekstradan. bakın rakamlar gerçekten çok uçuk şu anda. ama o durumda bile bunun katkısı 2.5 milyon eurodur. kaldı ki bu paranın da kaçta kaçı kulübün kasasına girer?

"büyük oyuncu alayım, gelirler artınca zaten karşılarım masrafını." bu işin o kadar kolay olmayacağı çok açık değil mi? o zaman neden 30-40 bin seyirciye oynayan herkes bunu yapmaya kalkışmıyor? neden psg, chelsea, man. city gibi takımlar para babalarının desteğiyle ayakta kalıyorlar? kaldı ki bu daha önce denemediğimiz bir şey de değil. aysal döneminde transfere harcadığımız para ortada. avrupada ve ligde de gayet başarılıydık. neden borçlar azalmadı peki?

ibra gelmesin demiyorum. biz galatasarayız. forvet lazımsa en iyisi alınmalı. savunma lazımsa en üst sınıf oyuncular alınmalı. ama kulübün parası da pervasızca harcanmamalı. kimse kusura bakmasın ama ergen taraftar kitlesi transfer istiyor diye ben takımımın ffp gereği avrupadan men edilmesini hazmedemem. hiç bir aklı başında gs taraftarı da bunu kabul etmez. maçların beleşe yayınlandığı yurt salonunda beş on kişiyle maç izledik sene boyu. sağ olsunlar bazı arkadaşlar sene sonuna doğru şampiyonluğun gelmek üzere olduğunu görünce teşrif etmeye başladılar. kimseyi yargıladığım yok. her taraftar, takımının her maçını izleyecek diye bir şey de yok. ama sezon boyu iki üç maç izlemiş adamlar "ibra gelsin şu kadar kombine satarız" falan deyince tuhafıma gidiyor.

ben de çok azılı bir gs taraftarı değilim. hiç kombine almadım hayatımda. o parayı eğitimime harcarım, başka şeylere harcarım. o kadar zengin değilim. hele hele ne olduğunu bilmediğim bir yöneticiye "al şu dişimden tırnağımdan artırdığım parayı da bok gibi para kazanan insanlara daha da fazla para kazandır" diye vermeyi ahmaklık olarak görüyorum. herkesin fikri de kendine elbet. ama bu kulüp milyonlarca insanı bir araya getiren bir spor kulübüyse, profesyonelce yönetilmeli.

ibra için sponsor bulunacaksa ve bize maliyeti o kadar çok olmayacaksa neden olmasın? ama ince ince hesap yapmalı. mesela şunu düşünmemiz lazım. biz hamza hocayla yola devam kararı verdik mi? verdik. ki ben keşke üçüncü olsaydık da şenol hocayı başımıza getirseydik diyenlerdenim. ama neticede hamza hoca bu takımı şampiyon yaptı çok zor bir dönemde. krediyi hak ediyordu.

peki şimdi emreden, buraktan trip yiyen bir adam ibra ile nasıl anlaşır acaba? ibra gelirse çift forvet mi oynayacağız? burak'ı yedeğe mi çivileyeceğiz? plan nedir? yoksa plan sırf bu ergen taraftar kitlesinin gazını mı almaktır? her türlü illegal işe bulaşmış bir yöneticiyle sidik yarışına mı girmektir? öyleyse, ben buna karşıyım.

hadi hepsini hallettik diyelim. ibra taktiğe uyuyor, burak meselesi çözüldü, hamza ibrayı idare edebilecek*... iyi de ibra geldiği an itibariyle sabri ve taarıktan oluşan bir sağ bekin ortalarını bekleyecek. semih ve chedjoue'dan oluşan savunma göbeğinin işini düzgün yapması için dua edecek. orta sahada melonun dönüp dönmeyeceği belli değil. dönmezse birisi alınır mı meçhul. kanatlarda yasin, podolski ve olcan olacak. belki bir de emre çolak dahil edilebilir. musleraya bir şey olsa, yedek kaleci belli değil daha.

bu tarz yıldız transferlerinin başarılı olması için önce bir taktik oluşturmak ve onu tutturmak gerek. sonra iyi ve üst düzey bir teknik direktör lazım. her ne kadar dalga geçilse de takım içi denge lazım. bu denge sadece bizimkilerin anladığı türden bir maaş dengesi değil ama. aynı zamanda da oyuncu kalitesi dengesi lazım. bizim takımda muslera ve sneijderle birlikte tarıklar, aydınlar oynuyor. bundan nasıl bir denge çıkarabilirsin ki? sneijdere azıcık ayak uydurabilen, dilinden anlayan yasin vardı. gördünüz neler yaptığını. işte dengeden kasıt budur. ibra dediğiniz adam, bütün takımı üstüne kurmanız gereken bir oyuncu. bunu yapabileceksek, ve mali açıdan da dara düşmeyeceksek gelsin elbet. ama tekrar ediyorum, o maliyetler forma satışlarıyla, kombinelerle çıkmaz. kimse de bunu beklemesin.

son bir link: http://www.iskenderbaydar.com/mali-ligde-son-durum/

arapların 22 devleti var kürtlerin de olsun

arapların 22 devleti var da ne oluyor diye sordurandır. kaldı ki arap dediğimiz adamlar da aslında farklı kavimlerin arap tahakkümü altında asimile olması.

haa, ama açık konuşayım söylediği şeyi türkiye açısından önemli bir zafere çevirmek de gayet mümkün. riskli, ama her şey doğru giderse de çok mümkün.

öncelikle demirtaş türkiyede kürdistan kurulsun demiyor orada. suriyedeki kürtlerin devlet kurmasından korkmasın, tersine öncülük etsin diyor. bu ne kadar mantıklı olur bilemiyorum. bence suriye konusunda türkiyenin artık daha fazla risk almaması lazım. ancak şu noktada katılıyorum. türkiye eğer kürt sorununda ciddi aşama kaydeder de kürtleri kucaklamayı becerebilirse, ortadoğudaki kürtlere önderlik ederek hem dünya siyasetindeki itibarını artırabilir, hem ortadoğuda o çok istediği "abilik" rolünü çok iyi oynayabilir, hem de kürt sorununun çözümünde çok ciddi bir adım atabilir.

ama buradaki en büyük sorun şudur, böyle bir şey için hem hdpye hem de pkkya haddinden fazla yetki ve sorumluluk vermek durumunda kalırız. elbette herhangi bir hükümetin bunu yapmak istememesi de anlaşılabilir bir şey.

iktisat okuyan adamın yaşam amacı

pek çok şey olabilir. ekonomi hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak olabilir mesela. bir özel şirkette çalışmak da olabilir. akademik kariyer olabilir. ya da belki "iktisattaki hatunlar manyaq qanqaaa" şeklindeki bir muhabbet sonrası bu bölüme gelmiş de olabilir. babasının şirketi vardır, orada yönetici olacaktır mesela. ya da belki siyaset bilimine geçiş yapmayı planlıyordur, iktisat altyapısı kurmaya çalışıyordur. pek çok sebebi olabilir.

şimdi benim asıl merak ettiğim, yazarın bu başlığı açmaktaki amacı" nedir?

nihat hatipoğlu ile past continous dersleri

toplam 5 kur olan derslerdir. ilk dört kurda past kontinyus cümle nasıl kurulur onu öğreniyorsunuz, son kurda da olabilecek en yanlış şekilde nasıl kullanılacağınızı öğreniyorsunuz.

bu bizim ilahiyatçılarda bir tür "hitabet" takıntısı var. eski yunan filozoflarından gelen bir gelenek bu. anlattıkları şeylerin çoğunun kıymeti kendinden menkul olduğu için, daha inandırıcı bir tonla konuşmaya çalışıyorlar. hatipoğlu da onu yapmaya çalışıyor. görmediği şeyleri, görmüş gibi bir üslupla anlatıyor. sonra biz söyleyince kafir oluyoruz, zındık oluyoruz, deyyus oluyoruz. amaan, neyse. gelsin ramazan, gelsin oteller, yatlar, katlar.

galatasaray

mesele transfer yapamaması olmayan takımım. yapmasınlar da zaten. yani böyle jemleri falan dolduracaklarına transfer yapmasınlar daha iyi. takım olmuş elli kişi, daha hala tribüne transfer yapıyoruz anasını satayım. şu iki, üç sezonda tribüne yaptığımız transferlere harcadığımız paranın yarısına orta sıra takımı kurulur! yabancı sınırı 5e düşürülür, bizimkiler brumayı alır. yabancı sınırı kaldırılır, bizimkiler ingiltere ikinci liginde iki senede 1000 dakika bile oynamamış jemi alır. taşak mı geçiyonuz abi bizimle siz? iki senede bin dakika ney lan?

podolski bence bu ligde iş yapar. bilale de eyvallah. ama bu takımın şöyle bir sıkıntısı var. senelerdir takıma alınan orta saha oyuncularının haddi hesabı yok, ama orta sahanın göbeğinde ilk 11e yazabileceğin oyuncular selçuk ve melodan ibaret. dzemaili, emre çolak, yekta falan hepsi hikaye. hamit desen, ahı gitmiş vahı kalmış. güven vermiyor. selçuk geçen sene başındaki performansı gösterirse eğer, bu sefer şampiyonlar liginde 4le 5le de kurtaramayız. bir bayern çıkar maazallah, rekorlardan rekor beğeniriz.

biz en az 10-15 oyuncu kamptan önce gönderilir diye beklerken bizimkiler bilali aldılar. eyvallah dedik, demek ki yekta gönderiliyor. umut zaten iş yapmadı. ama bu adamlar gönderilmeden bir de jem alındı. melodan hala haber yok. giderse de gitsin, çok problem değil. zaten her sene performansı daha da düşüyor. ama melo gittiği zaman yerine yeni bir melo bulmak zorundasın. bunun da ingiltere ikinci lig takımında bile doğru dürüst forma giyemeyen bir oyuncu ile olmayacağı çok açık değil mi? kadroda derinlik mi yaratmak istiyorsunuz? amk kadrosu nasıl bir kadroysa, elli tane oyuncu alındı daha hala yakalayamadık o derinliği.

bu takım batarsa sneijderden, melodan, podolskiden, musleradan, drogbadan dolayı değil; ontiverolardan, brumalardan, veysel, tarıklardan, jemlerden dolayı batacak haberiniz olsun. yapılmış bir hata, 20 tane mersin idman yurdu futbolcusu yanlışlıkla galatasaray adına kaydedilmiş. peki. artık kurtul şu çöplüklerden de sneijderle sözleşme imzala. melo mu gidiyor? yerine daha iyisini bul. kimse senden rvp'yi istemiyor. burakla yola devam edelim. olmazsa niasse'yi de kiralayabilirsin. ona bile varım. ama orta saha dedin mi orada duracaksın aga. yetti artık ilk 11e giremeyip yedeği süsleyen orta sahalardan gına geldi be! ilk 11e yazabileceğin orta sahan yok, tribüne yolladığın orta sahaların sayısı başakşehir taraftarlarının sayısından fazla.

halen geç değil. kadro derinliğinize sıçtırtmayın. bu takımın ilk 11i eksik. melo kalacak mı gidecek mi belli olsun artık. gidecekse, yeri doldurulsun. savunmada eksiğiz. dany ile falan olacak iş değil bu. korayı kiralık gönderebiliyorsan, taliplisi de yoksa, dany de kalabilir. ama bir tane de adam gibi stopere ihtiyacı var bu takımın. semih-chedjoue ikilisiyle üç kulvarı götüremezsin. hiç mi yok ucuz yollu bir yabancı stoper? git al. bir tane de sağ bek al, kirala, bi şey yap! ne etti? sağ bek, mümkünse stoper, meloya benzer bir orta saha, bir de kiralık ya da ucuz yollu forvet. can çatlasın 7-8 milyon euro maliyetle bu transferleri yapabilirsin. dany güven veriyorsa stoper de alma. ama sağ bek ve orta saha, olmazsa olmaz. hele ki orta saha. üstelik bu 3-5 milyon euroluk maliyet, seni avrupada hezimetten, ligde ıslıklanmalardan kurtaracaktır.

ama böyle kadro derinliği diye diye elli kişilik kadroyu altmışa çıkarırsanız, derinlik derinlikoğlu ocağı görmeden gider, siz de yönetim olarak stres dolu günler yaşarsınız.

türk milliyetçileri ermeni doğsaydı olacaklar

bu sefer de ermeni milliyetçisi olacaklardı. atalarının, soydaşlarının kestikleri azerilerle övünecek, youtube'da her fırsatta türklere hakaret edecekler, onlara sataşacaklardı. "türklerle olan savaşımızı bitirelim" diyenlere soysuz köpek diyeceklerdi.

kısacası yaptıkları eylemlerde fazla değişiklik olmayacaktı. sadece kime yaptıkları değişecekti.

ama tabi milliyetçiden milliyetçiye de fark var. kimleri kastettiğimi anlayan anlamıştır herhalde.

siyaseten gelişememiş olmamızın nedeni

felsefeye bakış açımızdır. elbette zibilyon tane sebep sıralamak mümkün ama çoğunun da kaynağı budur. bizde felsefe boş iş olarak görülüyor. asırlardır bu böyle. hatta bakın, türk islam felsefesi altın çağını moğol istilası dönemlerinde yaşadı. o dönemde kurulan islam devletleri ve özellikle de hemen akabinde kurulan osmanlılar, islam dünyasına altın çağını yaşattılar. felsefe siyaset için önemlidir. her büyük medeniyetin kanunlarını, düzenini, sistemini dayandırdığı bir felsefe akımı ya da filozof vardır muhakkak. osmanlı eflatunun islam alimlerinin yorumlanmış varyasyonları üzerine kurmuştu felsefi temelini. klasik çağın sonunda bu felsefe çöktüğünde osmanlılar yeni bir felsefi zemin oturtamadılar. bu da onları basit bir batı taklitçiliği ile buna karşı çıkan irticai akımlar arasında bir çatışmaya sürükledi.

bakın bu lockelar, hobbeslar falan boşuna okutulmuyor siyaset akademilerinde. bunlar önemli çünkü. bizim adalet hakkında doğru dürüst kafa yormuş kaç tane filozofumuz var? kaç tane filozofumuz insanın doğası hakkında aydınlatıcı fikirler sunmuş? kaç tanesi yönetim şekilleri hakkında uzun uzun kafa yormuş?

hadi geçmişi boş verelim. şu anda felsefeye bakış açımız nedir? "aşağıdaki filozoflardan hangisi egzistansiyalist değildir." şeklindeki sorularla öğrencilere öğrettiğimiz(!) felsefe hakkındaki bilgilerini sınıyoruz. platodan bir satır okumamış adamlar, hafıza tekniği saçmalıklarına göre ezberledikleri şeylerden sınava giriyorlar. kim necidir, kaç yılında doğmuştur hep biliyorlar. ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlar. materyalizm nedir, realizm nedir, stoacılık nedir? aydınlanma çağı nasıl bir çağdır? neden buna aydınlanma diyoruz? epistemoloji nedir? neden önemlidir? yok, yok, yok... bizim için felsefe sadece össde bilmem kaç tane soru gelen gereksiz bir alan.

lukas podolski

transferine mhp lideri devlet bahçelinin de sponsor olması gereken top tepici.

http://imgim.com/trkm20.jpg

lütfü şehsuvaroğlu

ülkücü camianın "boş olmayan"larından. milliyetçi paradigmayı artık brnimseyemiyorum, okuduğum, gördüğüm şeylerden dolayı. ama lütfü bey son zamanlarda çok tartışılan meclis başkanlığı seçimleri hakkında bir yazı yazmış. şahsen benim fikirlerime ciddi şekilde tesir etti. ben de ana akım medyanın tesirinde kalarak bazı şeyleri gözden kaçırmışım. ilgili yazı için:

http://www.gazetevahdet.c...ine-saldirilar-2733yy.htm

iyi üni de kötü bölüm vs kötü üni de iyi bölüm

şurada yazılanları görünce insanın tavsiye veresi bile gelmiyor yeminle. "iyi bölüm" nedir, "kötü bölüm" nedir? neye göre karar veriyorsunuz bölümün iyi ya da kötü olmasına arkadaşım? iş getirisi midir bahsettiğiniz? iş getirisi anlamında diyorsanız, boğaziçi iktisat, sikik bir anadolu üniversitesinin mühendisliklerinden daha iyi iş olanağı sunar.

bu kafadaki herifler yüzünden her sene tıp okumak istemeyen yüzlerce öğrenci tıp fakültesine giriyor. iki sene sonra bölümü sevmeyip bıraktıkları zaman yine aynı dingiller karşılarına çıkıyor, "o bölüme girebilmek için kıçını yırtan kaç insan var biliyor musun sen?" diye hesap sormaya kalkışıyor.

ülke halkı olarak fanatizmin her türlüsünü taa en doruklarında yaşıyoruz. sütçü imamda bilgisayar mühendisliği okuyan adama sorsan türkiyenin en iyi üniversitesi sütçü imam, bilgisayar mühendisliğini bitiren herkes de microsoftta çalışıyor.

iyi bölüm kötü bölüm diye bir şey yok gençler. seveceğiniz bölümler var, sevemeyeceğiniz bölümler var. sevebileceğiniz bölümler arasında iş getirisi bakımından en avantajlı olduğunu düşündüğünüz bölümü tercih edin. iyi üniversite ise her zaman önemlidir. hele türkiye gibi her ilde en az bir tane sikimsonik üniversitenin bulunduğu bir ülkede, iyi üniversitede okumak çok çok önemlidir. kendinizi kandırmayın. kendini kandıranlara da kanmayın. ben de zamanında bunların aklına uyup, uçuk bir burs karşılığında istanbulda bir özel üniversiteye gidiyordum az kalsın. iyi ki de gitmemişim. en basitinden tbmmde staj yapacak olsanız, genel olarak iki üç tane üniversiteden adam alıyorlar. gerisi göstermelik. iş başvurularında ilk baktıkları kısım mezun olunan üniversite oluyor. "ben kendimi orada da geliştiririm" deyip geçmeyin. istediğin kadar kendini geliştir, iş başvurusu yaptığın yerin insan kaynakları seni karşına alıp uzun uzun muhabbet edecek mi sanıyorsun? bakacak cvne, kıytırık bir anadolu üniversitesi. devamına bakmayacak bile. adamın masasında yüz, iki yüz tane cv varken onunla mı uğraşacak? o yüzden üniversite çok önemli.

bana kalsa büyük metropoller haricindeki üniversiteleri yazmayın bile diyebilirim. var öyle tanıdıklarım. adam istanbuldan kalkmış, gazi osmanpaşa üniversitesinde mühendislik okuyor. dört beş farklı derse bir hoca geliyor, pek bir şey anlayamıyoruz diyor. şimdi baktığın zaman çocuk da haklı. yerleştirme kılavuzunda "üniversite" diyor ama orası lise bile değil! şimdi bu çocuk kandırılmış değilse nedir? beni aradı, bana istanbuldan staj ayarlayabilir misin diye sordu. çocuk çırpınıyor ki en azından stajda bir şeyler öğrenebileyim diye. ama nasıl ayarlayacaksın staj bu çocuğa? hangi aklı başında şirket beş tane dersi aynı hocadan dinleyen bir gop öğrencisine güvenip de iş verir? kim öyle bir stajere "al sen de şu işin ucundan tut" der? ayarlayamadık doğru dürüst bir staj. zaten kaç öğrenci en azından bir şeyler öğrenebileceği bir staj yapabiliyor ki? şimdi mezun oldu çocuk, harıl harıl iş arıyor. neredeyse bir telefon tamircisine gidip "abi beni yanına çırak al" diyecek adam. maalesef türkiyenin gerçeği bu.

üniversiteyi yabana atmayın gençler. her bölümde- alanda belli başlı üniversiteler vardır. iisbf okuyacaksan koç, sabancı, boğaziçi, bilkent, odtü gibi bir kaç tane okul vardır. daha alt tabakada pek fazla mutlu olamazsınız. yılların mülkiyesi bile şimdilerde ne idüğü belirsiz heriflerin hegemonyasına girdi. daha s.ksen düzelmez. hacettepede okuyanlar mutsuz. bakın bu okullar yukarıda saydığım okullardan fazla eksiği olmayan okullar. gerisini varın siz düşünün.

mühendislik okuyacaksanız boğaziçi,bilkent, odtü, itü falan diye gider. koçu sabancıyı çok bilmiyorum ama eminim ki onların da mühendislikleri gayet iyidir. hadi bunların bir altı, ankara üniversitesi, hacettepe üniversitesi falan bir kaç üniversite daha sayalım. geriye kalan üniversitelerde okumak ciddi risk. tercih etmeden önce iyice araştırın. bazen oluyor, cvsi çok parlak bir hoca gidiyor bir aanadolu şehrinin üniversitesinde bölüm başkanı oluyor. arkadaşlarını falan getirip sağlam bir bölüm oluşturabiliyor. puanınız düşükse ve kesin tercih yapmak istiyorsanız bu tarz fırsatları da kaçırmayın.

ama hepsinden önemlisi, seveceğin bölümde ve iyi bir üniversitede okumak. mümkünse büyükşehirlerde yani; istanbulda, ankarada, olmadı izmirde, eskişehirde, kocaelide falan okumak.

çinli diye koreli gruba saldıran ülkücüler

aşırı milliyetçi paradigmanın yaptığı bir kısa devredir. belli ki bıyıklı dayıların kafalar kısa devre yapmış.

şimdi başlığı bir daha okumanızı rica edeceğim. neymiş başlık? "çinli diye koreli gruba saldıran ülkücüler". peki şimdi biraz değiştirelim, şöyle olsun. "çinli diye çinli turistlere saldıran ülkücüler." ne oldu? epey bir değişti değil mi? hani neredeyse haber olma değerini kaybetti. neredeyse "ne var lan bunda, gayet normal bir olay" diyesiniz geliyor?

öyle gelmemesi lazım. şimdi bu dayıları bu kadar galeyana getiren şey nedir? çinin uygur türklerine yaptığı zulümler öyle değil mi? ama bunun ülkücü paradigmadaki karşılığı şu: "çinlilerin uygur türklerine zulmetmesi." dolayısıyla çinin hangi bölgesinde yaşadığına bakılmaksızın her çinli, hangisi olduğu fark etmeksizin her uygurluya zulmediyor. aynı paradigma, onları daha başka genellemeler yapmaya da itiyor. mesela, çekik gözlü insanlar çinlidir, çin lokantasında çalışan çekik gözlüler daha da çinlidir, yozgatın insanı mert olur, bursalılar biraz top olur...

bu adamlar genelleme yapma konusunda artık çığır açmışlardır. dikkat edin, ülkücü ağır abilerin bulundukları ortamlarda yeni tanışılan birisiyle girişilen ilk muhabbet, nereli olduğunuzla ilgilidir. ve mutlaka o ağır abinin oradan bir tanıdığı vardır, o tanıdığı üzerinden "oranın insanı ... oluyor" şeklinde bir muhabbet geçer. adamların dünyası bu çünkü. bu adamlara siksen uygurlu bir iş adamının iş yerindeki çinlilere kötü davrandığını anlatamazsın mesela. çünkü bütün uygurlular bir bütündür, tek bir vücuttur ve onlar çinlilerin zulmüne uğramakla meşguldürler.

şimdi bu koreliler aslında çinli olsalar ne fark eder hacı dayı? bunlar mı yapıyor zulmü? belki adam hayatında uygurlu birisi tanımamış? belki ismini bile duymamış? belki kendi ülkesinde yaşananlara üzülüyor, uygur türklerine yapılan zulme karşı çıkıyor? hatta belki türkiyeye de bu konu hakkında yapılan bir konferans için geldi? bunların hiç birisi aklınızın ucundan geçiyor mu? iyi ki korelilere saldırmışlar. bu sayede bu geri zekalı insanlarımız, daha az gerizekalı olanlar tarafından "muhahahah korelilerin naalagası var lan, bari çinli bulaydınız" diye eleştirilebiliyor. aksi halde gidip çinli turist dövselerdi ve biz "ulan o adamların suçu ney?" deseydik biz azınlıkta kalacak bir de soysuz köpek olmakla suçlanacaktık.

milliyetçiliğin belli bir miktara kadar olanını kabul ederim, hatta makul görürüm. neticede bugün en uluslararası kurum olan abde bile yunanistan krizi çıkıyorsa, herkes kimin vatandaşı olduğunu bilmeli. ama milliyetçiliğin fazlası zeka geriliğinin ve bu dünyada bir baltaya sap olamamışlığın belirtisidir.

çifte gözler yanar kara

gerçekten insanın içini acıtan bir uygur türküsü. işine gelince "halkların kardeşliği" diye etrafta caka satıp, ortamlarda kız düşürüp; işine gelmeyince de uygur türklerini yok sayan, onların sorunlarına karşı sağır numarası yapan bazı türk solcularının dinlemesi özellikle tavsiye edilir.

türk solunun bi sike yaramadığı gerçeği

türkiyede sol mu bıraktınız da bir sike yaramasını bekliyorsunuz dediğim gerçek. türkiyede adam akıllı bir sol gelişebilirdi. o tarz bir sol devlet kadrolarına eklemlenerek gerçekten gelişmiş ve normalleşmiş bir türkiye yaratabilirdi. bu şansı ilk olarak köy enstitülerini kapatarak, son olarak da 80 darbesiyle birlikte kaybetti türkiye. öyle sağlam bir solumuz olsaydı, türk sağı da ona cevap vermek ve kendini geliştirmek zorunda kalırdı.

ama ne oldu? onun yerine şu anki sikik sokuk sağ sol muhabbetleri geldi. politik sağ nedir, sol nedir diye sorsan cevap veremeyecekler adam solcu olduğunu varsaydıkları iki üç parti ekseninden sol, sağcı olduklarını varsaydıkları iki üç parti üzerinden sağ eleştirisi yapmaya başladılar. şunu unutmayalım ki biz kenan evren darbesinin meyveleriyiz. siyasetten bir sik anlamadığı halde, siyaset konuşmaya bayılan bir nesil var etrafta. kitap okumak yok, felsefe boş iş, akademiye saygı sıfır ama diller maaşallah pabuç kadar.

türkiyede solculuk; istanbulun, izmirin, ankaranın belli semtlerinde, edirne veya tekirdağda yaşamakla sınırlıdır. atatürk fotoğraflı ya da imzalı rozet takmak, kupa bardak bulundurmaktır. sağcılık ise bunun tam zıttıdır. iç anadolulu olmaktır, karadenizli olmaktır, taşralı olmaktır.

batıda sağın veya solun ya da genel olarak ideolojilerin kaynağı fikirlerdir. nasıl düşündüğüne göre bir ideolojiye yakın hissedersin, onu sahiplenirsin. bizde ise fikirlerin önemi yoktur. kim olduğuna göre, nasıl bir ailenin çocuğu olduğuna göre doğuştan bir siyasi kimliğe sahipsindir zaten. sonra da o siyasi kimliğe göre fikirler geliştirirsin. onlar da senin fikirlerin değildir zaten, senden daha üst seviyedeki birilerinin sana söylediklerini papağan gibi tekrarlarsın.

2015 2016 transfer sezonu

beşiktaşın sattığı oyunculardan gelen paralarla parmak ısırttığı,
fenerbahçenin adı geçen isimlerle yankı uyandırdığı,
trabzonun ersun yanalı göndererek "ben adam olmam arkadaş" mesajı verdiği,
cimbomumun ise şu ana kadar sessiz kaldığı dönemdir.

beşiktaş gönderdiği oyuncular için rekor düzeyde bir bonservis geliri sağladı. umarım bu başarı, diğer takımlarımız için de örnek olur. ama oyuncu satmaktan daha önemli bir şey varsa, o da o oyuncuların yerlerini doldurabilmektir. yabancı sınırı da genişletilmişken, yönetimin bunu başaramaması için bir sebep göremiyorum.

fenerin ilgilendiği söylenen oyuncular çok üst düzey topçular ama şu ana kadar yapılan transferlere baktığınızda aynı tabloyu göremiyorsunuz. bugün bir kaleciyle stoper almışlar galiba. medyada ismi geçen oyuncular değillerdi bunlar. hadi stoper neyse de, kaleci yabancı. bu da demektir ki başka bir kaleci alınmayacak.

bizim ise önümüzde şampiyonlar ligi olması sebebiyle yönetime karşı olan güvensizlik, beraberinde bir endişeyi de getiriyor. hamza hoca da galatasarayı avrupada istediği başarılara ulaştırma konusunda yeterince güven veremiyor. eğer devler ligine uygun transferler yapılamazsa, taraftar geçen sene avrupada yaşanan hezimetin tekrarlanmasından korkuyor haklı olarak.

her ne kadar hamza hocaya çok güvenmesem de, yönetimin en az bir veya iki "yıldız" transferi yapacağını zannediyorum. ki zaten asıl korkum da o. yönetim hiç bir güven vermiyor, teknik heyet de öyle. ve eğer bunlar bir ay boyunca "biz takımımıza güveniyoruz" açıklamaları yapıp kampın sonuna doğru takımın içler acısı halini görüp sırf taraftarı yatıştırmak için iki tane 30+ yaşlı topçuya üçer yıllık 3-4 milyon euroluk mukaveleler imzalatırlarsa işte o zaman sıçtık demektir. bu ffp olayı çok ciddi görünüyor. ben yönetimin yerinde olsam beşiktaşı örnek alırdım. artık bizim takımların ölü yatırım yapmamaları gerekiyor. hele de parayı savurmaları, felaket getirir. takımda 2 milyon eurodan fazla ücret alanlar: Sneijder (4.5) Musli (3.3) Melo (3.1) burak (2.8) selçuk (2.8) hamit (2.75) chedjoue (2.2) ve dzemaili (2.1) şeklinde. 8 oyuncuya toplamda 23 milyon eurodan fazla para ödüyoruz. üstelik sneijder, muslera, melo haricindekiler elimizden kolayca çıkaramayacağımız oyuncular. beşiktaş yönetimi ise öyle bir takım kurdu ki geçen sene, ellerinden çıkarmakta zorlanacaklarını düşündüğüm, maliyeti yüksek tek oyunu demba ba idi. o da rekor bir ücrete çine gitti. hadi o şanstı diyelim, genç oyuncularına gelen teklifler ortada. üstelik bunu yabancı sınırına rağmen başardılar. artık bizim de maliyeti düşük genç oyuncuları alıp pazarlamayı öğrenmemiz gerekecek. aksi halde 30una dayanmış oyuncuları paraya boğarak ne sürdürülebilir bir başarı sağlayabiliriz, ne de finansal olarak iyiye gidebiliriz.

üniversite tercihi yapacaklara tavsiyeler

okulların isimlerine aldanmayın. son yıllarda o kadar çok şey değişti ki türkiyede... eskinin marka okulları, marka bölümleri artık resmen boşaldı, anlamlarını kaybetti. bir okula gitmeye karar vermeden önce mutlaka hakkında bilgi alın. istediğiniz bölümdeki hocaların cvlerini tarayın. anadolu üniversitelerini seyyah gibi gezerek profluk alan hocalara pek aldanmayın. artık türkiyede arkası sağlam olan adamlar rahatlıkla prof oluyorlar. özellikle sosyal bilimlerde okuyacak olanlar buna çok dikkat etsinler. iyi hocaların olmadığı bir okulda iisbf okumak, hukuk okumak, tarih falan okumak size pek bir şey kazandırmaz.

seveceğiniz bölümlere gitmeye çalışın. ama tutup da "haa ben tarih okumayı seviyorum, ilber hocanın hastasıyım, o zaman tarih okuyayım" demeyin sakın. iyi bir tarihçi olabilmek için ilber ortaylı okumak yetmez. kadim dilleri (özellikle üzerine yoğunlaşacağın alanda sana yardımcı olacak dilleri) iyi öğrenmen gerekir. bunu örnek olarak söylüyorum, tarihçi arkadaşlar bu konuda daha ayrıntılı bilgiler verebilirler tabi. siyaset bilimi için konuşacak olursam, sakın ola ki "aa ben bu kılıçdaroğlu, erdoğan kavgalarını çok seviyorum. parti muhabbetlerini seviyorum, o zaman kesin bu bölüme gitmeliyim" demeyin. allah aşkına şu bölümün kalitesini de düşürmeyin! bu bölümde kılıçdaroğlu-erdoğan tartışması yapmıyoruz arkadaşlar. felsefe okuyoruz, sosyal psikoloji okuyoruz, sosyoloji, hukuk, iktisat dersleri alıyoruz falan ama "kılıçdaroğlu vs erdoğan" tarzı derslerimiz yok. gelecekseniz ona göre gelin.

okul okuyoruz diye kendinizi kandırmayın. türkiyede bırakın üniversiteyi, meslek yüksek okulu bile olamayacak kalibredeki yerlere üniversite belgesi veriliyor. ondan sonra da sürüsüyle diplomalı işsiz mezun oluyor oralardan. üniversite, lise gibi bir yer değil. belli bir müfredat var, onu ister evinde öğren, ister okulda diye bir şey yok. gaziosmanpaşa üniversitesinde mekatronik mühendisliği okunmaz arkadaş. boşuna kendinizi kandırmayın. onun yerine ya adam gibi bir okul tutturmaya bakın, ya başka bir bölümü hedefleyin, ya da başka seçenekleri aklınızda bulundurun. illa herkes üniversite okumak zorunda diye bir şey de yok. askeri okula gidip çok güzel maaşla çalışıp, çok da prestijli yerlere gelen arkadaşlarım var, hayatlarından da gayet memnunlar. kıytırık bir üniversiteye gidip, orada çevre edinip, kendi işini (cafe restaurant olur, başka şeyler olur) kuranlar da var. kendinizi iki üç seçenekle sınırlandırmayın. ama şunu bilin ki türkiyede gerçekten üniversite adını hak eden okulların sayısı onu,on beşi pek geçmez. onların da her bölümü iyidir diye bir şey yok. tekrar söylüyorum, okul çok önemli.

gideceğiniz okulun sizin istediğiniz alanlarda size bir şeyler katacağından emin olun. kütüphane önemli, spor salonları vs önemli, bulunduğu şehir çok ama çok önemli. yozgatta siyaset okumanın fazla bir anlamı yok. çünkü her şeyden önce yozgat vs gibi şehirlerde siyaset öğretmenin, çalışmanın bir anlamı yok. gerçekten bir şeyler yapmak, ciddi araştırmalar yapmak isteyen iyi bir hocanın yozgatta ne işi olur? ne çalışacaksın yozgatta? göç mü çalışacaksın? gender politics mi çalışacaksın? globalleşme mi çalışacaksın? öte yandan üniversiteden arta kalan zamanlarında ne yapacaksın? yozgattaki seminerlere mi katılacaksın? tiyatroya mı gideceksin? falanca ülkenin büyük eliçiliğinde verilen bir yemeğe mi davet ettireceksin kendini? yoksa kahvehaneye gidip tavla mı atacaksın, okey mi oynayacaksın?

öss yorucu bir maratondu, artık bir an önce tercihimi yapıp tatile çıkmak istiyorum demeyin. şunu unutmayın ki öss, bundan sonra hayatınızda çok da önemli bir yer kaplamayacak olan, çok fazla anlamı da olmayan, saçma sapan bir sınav. iki defa össye girip ikisinde de ilk 5 bine girmiş birisi olarak söylüyorum bunu. ilk yüze giren arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar. össnin tüm amacı, öğrencileri kapasitelerine göre sıralandırıp adil bir şekilde tercih yapmalarını sağlamak. yani asıl önemli kısım şimdi başlıyor sizin için. isterseniz ilk yüze girmiş olun. doğru tercih yapamazsanız, 10 bininci sıradaki arkadaşlarınızdan daha verimli bir üniversite hayatı geçireceğinizin garantisi yoktur. sevmediğiniz bir bölümde, okulu uzata uzata hayattan bıkabilirsiniz. ya da iki sene sonra başka bir okula/bölüme geçmek zorunda kalabilirsiniz. neyse ki artık bu geçişleri yapmak eskiye oranla daha kolay. ama siz işinizi şansa bırakmayın. istediğiniz veya seveceğiniz bir okulu ve bölümü yazmaya gayret edin. sevmeyeceğiniz yerleri kesinlikle yazmayın.

son olarak, genelleme yapmak istemem ama tercih yaparken birinci sınıf öğrencilerinden pek fazla tüyo almaya kalkışmayın. üniversite hayatına yeni adım atmış olmanın verdiği heyecanla fazla uçuk bilgiler verebiliyorlar. ya da okulda istediği ortamı bulamıyor ve bu sefer de başlıyor bok atmaya. yani verdikleri bilgiler çok doğru olmayabiliyor. elbette herkes için geçerli değil bu, ama yine de böyle bir evre var üniversite hayatında ve çoğumuz bu evreden geçiyoruz. dikkatli olun sadece.

ben dahil hiç kimsenin verdiği bilgiyi kesin doğru olarak almayın. uzmanlarınkini bile. herkesin kendi doğruları yanlışları var. sen çok paragöz birisisindir ve hiç sevmediğin halde tıp okuyup güzel para kazanıp mutlu olabilirsin. ya da bütün amacın karı kız düşürmektir, ya da uygun bir koca bulmaktır. gidersin sütçü imama, hayatının aşkını bulursun, iyi kötü de iş bulursun ve acayip mutlu olursun. kim bilir? biraz da kısmet yani.

siyasal islam

siyasi açıdan sağlam temelleri olmayan, bu sayede de kolayca manipüle edilebilen, sınırları ve şekli belirsiz bir çeşit doktrin. doktrin dedim ama tam olarak doktrin de değil, düşünce sistemi desem o da değil pek.

işin dini tarafından ziyade siyasi kısmını irdelemek istiyorum ama şu kısma da değinmeden olmaz. kuranda net olarak belirtilmiş, sınırları güzelce çizilmiş bir devlet yönetim biçimi yoktur. aksini iddia edenler genelde oldukça temelsiz argümanlar kuruyorlar. her şey bir tarafa, hz peygamberin ölümünün hemen akabinde dahi bir hilafet kavgası baş gösteriyor. üstelik sonraki süreçte ehl-i sünnetin cennetle müjdelendiklerine inandıkları büyük insanlar, iki halife ve bir de aişe validemiz; birbirlerine giriyorlar. hem de kanlı bıçaklı.

şimdi işin dini yorumunu herkes kendisi yapmalıdır diye düşünüyorum fakat burada açıkça görüldüğü üzere islam dini, devletin nasıl yönetileceği, kimin neye göre seçileceği ve neye göre ülkeyi yöneteceği mevzusunda kesin kurallar ortaya koymamış. aksi halde cennetle müjdelenmiş bu yüce insanlardan en azından birisi kuran'ın ve dolayısıyla Allah'ın emirlerine açık bir şekilde karşı gelmiş olurdu.

zaten siyasi tarih açısından bakarsanız, siyasal islamcıların kuranın öngördüğü siyasi sistem diye bahsettikleri şeriat devletinin hiç bir zaman "islam devleti" diye adlandırılan devletlerde belirgin biçimde işlemediğini görürsünüz. özellikle türkiyedeki müslümanların siyasal islamdan bahsetmeden önce kırk defa düşünmeleri gerekir. çünkü siyasal islamla yan yana andıkları osmanlıcılık fikirleri aslında birbirleriyle önemli ölçüde ayrışan iki farklı kavram. osmanlı devleti bir islam devleti olduğundan çok daha fazla türk devlet geleneğini ve bizans ve roma geleneğini yansıtmaktaydı. osmanlının klasik döneminde sultanın gücünü sınayabilecek dini bir otorite bulunmuyordu. öte yandan halifelik unvanı da ele geçtiğinden itibaren en baştaki amacına uygun olarak kullanılmadı. osmanlı devleti elbette islam dininden cihad, gaza gibi kavramları almış, ganimet anlayışını da ona göre düzenlemişti. ancak bunların dışında padişahın yönetiminin islam dinine uygunluğunu etkin bir şekilde denetleyip gerektiğinde onu cezalandırabilecek, papa benzeri bir otorite bulunmamaktaydı. şeyhülislam ise daha çok padişah fermanını islami bir kılıfa sokmakla yükümlüydü. ancak kriz dönemlerinde şeyhülislamın rolü önem kazanabiliyordu çünkü o zaman şeyhülislamın fetvaları mevcut hükümdarın tahttan indirilmesini meşrulaştırabilmek için önemli bir araç görevi görüyordu.

zaten arap dünyasında politik islamın ilk öncüllerinin ortaya çıkması, osmanlıların yönetim şekline karşı duyulan hoşnutsuzluktan kaynaklanmaktaydı. selefilik düşüncesi, osmanlıların yönetimi altında şeriatın yozlaştığı, aslını kaybettiği iddialarından güç kazandı. arapların bazıları osmanlıların hilafeti araplardan çaldıklarını ve buna bir ceza olarak da ümmeti müsliminin kafir batı karşısında acz içine düştüğü iddialarında bulundular. bu bakımdan o dönemde siyasal islamcılığın öncüsü olarak görülebilecek bu fikirler, arap milliyetçiliği ile de temas halindeydiler.

siyasal islamcı terör gruplarını görüp onları islamdan soyutlamak isteyen müslümanlar da, "bu da mı gerçek islam değil?" demeye fırsat kollayan gayri-müslimler ya da islama olan inancını yitirmiş kitleler de aynı hatayı yapmaktalar: bu insanların geliştirdikleri islam anlayışı ile anadolunun islam anlayışını bir tutmak. bu kökten dinci islami grupların (gerek el kaide olsun, gerek ışid vb yapılanmalar) islam anlayışları anadolunun islam düşüncesinden çok ama çok farklı. anadoluda gelişmiş olan islam fikirleri, hint ve fars kanallarından etkilenmenin yanında eski türklerin geleneklerini de içinde barındırır. buna ek olarak da zamanın koşullarına göre islamın sınırları içerisinde çözümler üretilmiş, eklemlenmeler yapılmıştır. zira anadolulu müslüman alimlerin ve yöneticilerin, yukarıda saydığım arap düşünürlerin aksine, gerçek hayatla birebir bağlantıları vardı. osmanlıların, örneğin, yönetmeleri gereken milyonlarla ifade edilen nüfusları vardı. bunların içerisinde gayri-müslimler de önemli bir yer teşkil etmekteydi. bu yüzden anadoludaki islam anlayışı, mevzubahis islamcı teröristlerinkinden çok daha farklı. anadolunun islam anlayışında islam dini uyulması gereken ve uzak durulması gereken çekirdek kuralları içerir. bunun haricinde o kuralları çevreleyen kültürel şartlar vardır, gelenekler vardır, kişisel yoruma açık kısımlar vardır, zamanın koşulları vardır... yani bu islam anlayışında uzlaşı ve hoşgörüye ayrılabilecek çok önemli bir kısım vardır. başka deyişle, bu islam anlayışı "senin dinin sana, benim dinim bana" şeklindeki bir islam anlayışıdır.

karşı tarafta ise islamı tüm kurallarıyla bir bütün olarak algılayan, bu yüzden asr-ı saadet diye tanımlanan kısacık dönemde var olanın üzerine en ufak bir eklentide bulunmayı kafirlik olarak addeden, kimi zaman yeryüzünün düz olduğunu iddia eden, kimi zaman domatesi hristiyan meyvesi olarak tanımlayan, müslümanların müslüman olmayan herkese karşı savaş halinde olması gerektiğini iddia eden bir grup var. işte islami terörizmi oluşturan grup bunlardır genel olarak.

bu bakımdan ışid için "onlar gerçek müslüman değil" demek, hele de "israil kurdu zaten onları" şeklinde iddialar ortaya atmak en basit tabirle anlamsız. bugün ışid olmasa, emin olun başka bir islami terör örgütü olacaktır. bu tarz bir siyasal islam anlayışının kökü kurutulmadıkça, sivil toplum daha çok ışidlerle, talibanlarla, el kaidelerle mücadele etmek zorunda kalacaktır.

bizim yapmamız gereken ise bundan bir ders çıkarmak. allah kuranda tam ve net bir "islam devleti" tanımı yapmamışsa, bu devlet için bir çeşit "anayasa" hazırlamamışsa, bunu unuttuğu için değildir muhtemelen! öyle bir anayasanın 6. asırda yaşasa, 21. yüzyılda işlemez hale geleceğini, böyle bir durumda o anayasayı ihlal etmenin sonuçlarının da korkunç olacağını bildiğinden bunun önemli bir kısmının takdirini müslümanlara bırakmış olmasından kaynaklanmakta bu durum. zaten 6-7. asır müslümanlarına önerilen kurallar da bizim bugün hammurabi kanunları olarak bildiğimiz ve o dönemde mezopotamyada halen kullanılmakta olan kanunların düzenlenmiş bir halidir. yoksa kimse kusura bakmasın ama bugünün şartlarıyla çok daha vicdana sığabilecek ceza yöntemleri varken bir hırsızın elini kesmenin mantıklı olduğunu kimse bana anlatamaz.

2015 kasım türkiye genel seçimleri

olmamasını umduğum ve olmayacağını tahmin ettiğim seçimlerdir. eğer siyasi partiler yeterince akıllı davranırlarsa ve kamuoyunun nabzını iyi bir şekilde tutarlarsa böyle bir şeye izin verilmez zaten.

yapılan anketlerde çıkan sonuçlar partilerin oylarının yapılacak bir erken seçimde önemsenecek düzeyde değişmeyeceğini gösteriyor. milletin anlamadığı şey şu. insanların çoğu rasyonel teoriye göre oy kullanmıyorlar. taraflar fazlasıyla politize olmuş durumdalar ve bu politizasyonun ideolojik temelleri de sağlam değil. yani üzerinde tartışabileceğiniz bir fikirler deryası yok ortada.

mesela chp geride bıraktığımız üç-dört yıl içerisinde çizgisini bir çok defa merkez sağ ile merkez sol arasında değiştirdi durdu. ancak bu durum oylara hemen hemen hiç yansımadı. insanlar kendi kimlikleriyle partileri özdeşleştirmiş durumdalar. hal böyle olunca da partiler arası oy geçişlerine çok fazla rastlanamıyor. mhpye oy veren birisi, "şunu şunu yaparlarsa akpye ya da chpye oy veririm" demiyor mesela kolay kolay. çoğu insanın ikinci parti tercihi yok.

akp ise önce liberalleri ve cemaatçileri, sonrasında ise kürtleri küstürdü. bu bakımdan o oyları geri alması çok zor. bu yüzden katılım oranında ciddi değişmeler olmadığı müddetçe partilerin oy oranında çok büyük değişimler beklememek gerek.

beşiktaş

bir galatasaraylı olarak taraftarına şenol hoca başta olduğu ve transferler de onun onayına bağlı olarak yapıldığı takdirde endişeye kapılmamalarını tavsiye ettiğim takım.

giden oyuncular yeri dolmayacak oyuncular değil bana göre. zaten kim gitti ki? bir demba ba, bir de ersan gitti herhalde. gökhan için 10 milyon falan diyorlar, öyle bir teklif varsa o da gitsin. toplamda 30 milyon euroya yakın bir meblağ girmiş oluyor takımın kasasına. o paraya şenol hoca koskoca takım kurar. yeter ki kendisine güvenilsin.

şimdiye kadar bu ülkedeki en büyük problem oyuncu göndermekteki başarısızlıktı. çinliler sağ olsun ilk defa beşiktaş, daha transfer sezonunun başında oyuncu satarak ciddi bir gelir elde etmiş oldu. illa bu paranın hepsini kullanmalarına da gerek yok. o paranın yarısına çok güzel bir kadro kurulabilir. yabancı sınırı zaten kalktı. hiç bir şey olmasa kiralık iki üç oyuncu alarak bile eksiksiz bir takım kurarsın. geçmişte sağ beki olmadan, doğru dürüst kalecisi olmadan sezona başlamak zorunda kalan takım için bu, eşi bulunmaz bir fırsat.

ayrıca beşiktaş yönetimi de bu konuda yeterince tecrübeli. alsınlar adam gibi 3-4 ilk 11 oyuncusu, 2-3 tane de rotasyon oyuncusu. şenol hoca sinekten yağ çıkaran bir adam zaten. elindeki malzemeyi en iyi şekilde değerlendirecektir. sonra bir bakmışsınız beşiktaş uefada çeyrek final oynuyor. bunu canı gönülden isterim gerçekten. en çok da şenol hoca için isterim.